-
This is slide 1 description. Go to Edit HTML of your blogger blog. Find these sentences. You can replace these sentences with your own words. This is a Blogger template by NewBloggerThemes.com...
-
This is slide 2 description. Go to Edit HTML of your blogger blog. Find these sentences. You can replace these sentences with your own words. This is a Blogger template by NewBloggerThemes.com...
-
This is slide 3 description. Go to Edit HTML of your blogger blog. Find these sentences. You can replace these sentences with your own words. This is a Blogger template by NewBloggerThemes.com...
-
This is slide 4 description. Go to Edit HTML of your blogger blog. Find these sentences. You can replace these sentences with your own words. This is a Blogger template by NewBloggerThemes.com...
-
This is slide 5 description. Go to Edit HTML of your blogger blog. Find these sentences. You can replace these sentences with your own words. This is a Blogger template by NewBloggerThemes.com...
17 Ağustos 2014 Pazar
Prisoners
Yabancı Film(İngilizce Dili Dışında) Kategorisinde 2010
yılında İncendies(İçimdeki Yangın) filmiyle adaylığı bulunan Kanadalı yönetmen
David Villeneuve,Prisoners adlı bu polisiye-dram filminde oyuncu kadrosunda
bulunan Hugh Jackman,Jake Gyllenhaal veTerrence Howard gibi ünlü
isimlerle,izleyicisine 153 dakikalık bir merak duygusunu yaşatmayı hedeflemiş.
Büyük oğluyla birlikte geyik avından dönen Keller Dover(Hugh
Jackman),oğlunun avladığı hayvanın etiyle aile arkadaşları olan
Franklin(Terence Howard)-Nancy Birch çiftine lezzetli bir akşam yemeği sunmaya
hazırlanmaktadırlar.Bu arada her iki ailenin ufak çocukları dışarı çıkmak için
izin almışlardır ve bir müddet sonra tüm aile çocuklarının ortadan kaybolduğunu
farkederler.Polise başvuran Keller Dover,şüpheli olarak yakalanan Alex
Jones'un,sorgulama sonrası delil bulunamadığı için serbest bırakılmasıyla
sinirlerine hakim olamayarak karakolun önünde onu kendince sorgulamaya
çalışırken Alex Jones'un söylediği söz üzerine kızının kaybolmasının yaşadığı
panikle gözünü birden kan bürümüştür:
-''Onları bırakana kadar ağlamadılar...''
Olayı araştıran polis memuru Loki(Jake Gyllenhaal),her ne
kadar Alex Jones ile ilgili kanıt bulamasa da sonradan bulacağı bazı
ayrıntılarla birlikte izleyiciye paranoya duygusunu yaşatacak olaylar
zincirinin peşinde sonuca ulaşmaya çalışacaktır.
David Villeneuve, filmde sakin,huzurlu ama bir o kadar da
kasvetli kasaba ortamında içine bir tutam ''öğüt'' serpiştirerek yaptığı kısa
bir başlangıcın ardından konuya direkt olarak dalıyor ve geride kalan bu uzun
sürede paranoya duygusuyla karışık bir merakla birlikte yer yer de
karakterlerin yaşadıklarını da biz izleyicilere hissettirmeye çalışıyor.
Yönetmen,kaybolan çocuğunun bulunamamasının verdiği
çaresizlik duygusunu Kelly Dover'ın eşi Grace Dover(Maria Bello) ve kaçırılan
diğer çocuğun ailesi üzerinden çok fazla yansıtmasa da bu çaresizlik duygusunu
baba Keller Dover'ın üzerinden şiddet dolu bir hırsa dönüştürerek çocuğunu
bulmak için neler yapabileceğini gösteriyor.Baba Keller Dover ile birlikte
üzülürken,sinirlenirken aynı zamanda onunla birlikte çocuğunu kimin kaçırdığını
ve çocuğun akibetinin ne olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz.Tabii yönetmen bu
araştırmayı sadece baba üzerinden değil aynı zamanda polis memuru Loki
üzerinden de bizlere sunarak olayların farklı boyutlarını bizlere farklı
gözlerden göstermeye çalışıyor.
Prisoners,konusu itibariyle her ne kadar polisiye film olsa
da konusunun işlenişinin temeline
duyguları oturtmuş.Çocuğu için her şeyi yapmayı göze alan Keller Dover'ın,çocuğunun
ortadan kayboluşuyla çaresiz kalan Grace Dover'ın ve başlarda şüphelerine karşı
gelse de kayıp çocuğunu bulmak ümidi ile sonradan Keller Dover'ın suçuna ortak
olacak olan Franklin Birch(Terrence Howard)'ün ve tüm olayları çözmeye takıntılı,yalnız
yaşayan polis memuru Loki'nin hem kendi içlerinde hem de birbirlerine karşı
yaşadığı duygusal zorlukları biz izleyicilere hissettirerek aslında sadece
çocukları kimin kaçırdığını değil aynı zamanda çocukların önce nasıl
bulunabileceklerini sonra da ölü mü sağ mı bulunacaklarını ve daha sonrasında
da bu çocukların ölü veya sağ bulunduktan sonra da bu ailelerin ve polis
memurunun bu olayın gidişatına göre neler yapabileceklerini,filmi izlerken
kafamızda bize kurgulattırmayı başarıyor.Tabii bu başarıda tek pay sahibi
yönetmen olmuyor haliyle.Konunun temeline duygular oturtulunca bu duyguları
hissettirecek oyunculukların da çoğu Amerikan filminde gördüğümüz abartılı
artist-akstris Amerikan rolllerinin aksine daha çok Avrupa sinemasından aşina
olduğumuz daha doğal daha samimi rollerle gerçekleştirildiğini görüyoruz.Bu
konuda yönetmenin filmin sinir-panik-hırs-şiddet duygularının yükünü üzerine
attığı Hugh Jackman ve Jake Gyllenhall'ın performansları da bizi filme
bağlayıcı unsur oluyor.Aslında burada duygular üzerinde oldukça ilgi çekici bir
ayrıntı var.Bir tarafta çocuğunu kaybeden onu bulmaya çalışan baba diğer
tarafta da o çocuğu bulmaya çalışmakla görevli polis memuru.İkisinin de
hissettikleri duygular aslında aynı:Panik-hırs-şiddet-sinir.Ama toplumda farklı
roller üstlenen bu karakterlerden duyguların yansımasının sonuçları
birbirlerine tamamen zıt.İşte böylece aynı duygularla bir taraftan babanın
hissettikleriyle diğer taraftan da polisin hissettikleriyle aynı olayı farklı
açılardan izliyoruz.
Filmin başlarında iki gencin(Kaybolan çocukların büyük
kardeşleri)geyiklerin avıyla ilgili konuşmaları ve sonrasında kızı kaybolan
babanın yaptıklarıyla yönetmenin bize filmle birlikte şiddeti bir yerde haklı
göstermeye çalıştırdığını bize düşündürse bile bunun sonuçlarının da olacağını
polis memuru Loki üzerinden de göstermiş oluyor.
Film,sadece çocukların bulunup bulunmayacağı ile ilgili
sıradan bir polisiye film değil aynı zamanda bu olayla ilgilenen kişilerin de
akibetinin ne olacağını izleyiciye 153 dakika boyunca merak ettiren,her an ters
köşe olmayı bekleten akıcı bir dram filmi.
Seyri hoş keyfi uzun anlar dilerim.
A.Barış
DEMİRCİ
Ölümcül
1996 Yılında ünlü oyun firması Capcom "Sweet Home" adlı oyununu gelişen 3D teknolojisine uyarlamak ister. Tasarımcı Shinji Mikami uyarlanmak istenen oyunun senaryosunda değişiklikler yapıp biyolojik silahlar ve insanları zombiye dönüştüren virüs hikayesini konu alarak yepyeni bir oyun yaratır. "Biohazard" adını alan oyun, Amerika ve Avrupa oyun pazarına geçiş yaptığında başka bir oyunun ve bir müzik grubunun aynı adı kullanması sebebiyle isim değişikliği yapılarak "Resident Evil" adını alır. Korku temalı ve sınırlı mühimmat ile hayatta kalma konseptini işleyen oyun büyük bir başarı yakalayarak büyük bir oyun serisine dönüşür ve oyun dünyasında "Survival Horror" denilen bir oyun türünü yaratmış olur.
Sinema Çetesine hoşgeldiniz "Oyundan Beyaz Perdeye " adını verdiğimiz bu konseptte bilgisayar ve konsol oyunlarından uyarlanan filmlerin incelemesini ele alacağız. Bu konseptin ilk yazısını kişisel olarak en sevdiğim oyun serilerinden biriyle (4. oyuna kadar, ilerde bahsedeceğim) başlatıyorum. Özellikle oyunun fanları arasında büyük bir tartışma yaratmış olan bu filmi olabildiğince tarafsız olarak ele alacağımı belirtiyorum (külliyen yalan).
Oyunun konusunu kısaca özetlersek, Racoon City adlı hayali bir şehirde işlenen tuhaf yamyamlık cinayetlerini araştırmak için S.T.A.R.S adı verilen özel polis birimi görevlendirilir. Deliler özel ekibi şehrin dışındaki ormana ve ormanın sonundaki Arklay dağındaki Spencer malikânesine yönlendirir. Alfa ve Bravo adlı iki takıma ayrılan ekipten öncelikle Bravo takımı malikaneye gönderilir fakat takımla iletişim kesilince Alfa takımı bu defa bölgeye gönderilir. Ekip, malikânenin arazisine girdiği anda değişim geçirmiş köpeklerin saldırısına uğrayıp malikânenin içine sığınmak zorunda kalır (aslında ödlek pilotumuz sıvışıp kaçtığı için). Malikânede ise işler daha karışıktır , bütün insanlar değişim geçirip zombiye dönüşmüştür ve oyuncu seçtiği karakteri yönlendirerek mâlikanenin sırrını çözmeli ve bu kadar yaratığa karşı hayatta kalmak zorundadır. Oyunu tanıtsam burada durmam gerekir ama hikaye için bazı noktaları açıklamam gerekli. Çok geçmeden oyunda gizemleri çözerek aslında malikânenin bir ilaç firması olan Şemsiye(Umbrella) firmasının biyolojik silahlar hazırladığı labaratuvarları gizlemek için bir dekor olduğunu öğreniyoruz. Karşılaştığımız tüm canavarlar aslında bu korkunç deneylerin ürünü yaratıklar olup, karşılaştığımız zombilerin ise şirketin yarattığı T-virüsünün kurbanları olduğunu öğreniyoruz.
Şimdi filme dönelim filmin hem yönetmeni hemde senaryo yazarı olan Paul W. S. Anderson seriyi 2002 yılında filme uyarlamaya başlar. Oyundan farklı olarak film malikânede Milla Jovovich'in canlandırdığı Alice adlı karakterin banyoda çıplak olarak görünmesiyle başlar (ki çıplak Milla'yı her filmde göreceğiz). Hafıza kaybı yaşamış olan Alice, boş malikânede olayları hatırlamaya çalışırken kendisini polis olarak tanıtan Matt Addison karekteriyle karşılaşır, sonra birden bir komando ekibi malikâneye girip Matt'i tutuklar. Sonrasında tüm ekip gizli bir kapıdan geçip uzun yeraltı geçidinin olduğu bir yere gelirler burada aynı şekilde hafıza kaybı geçirmiş Spence adlı bir karakterle karşılaşırlar. Komandoların Şemsiye şirketine çalıştığını, malikânenin aslında gizli laboratuvar tesisi için bir dekor olduğunu ve Alice ile Spence'in aslında şirket çalışanları olup malikânenin koruyucuları olduğunu öğreniyoruz. Laboratuvarlarda gizli bir virüs çalışmasının yapıldığı ve bir sızıntı yüzünden kızıl kraliçe adlı tesisteki bilgisayarları yöneten yapay zekanın bütün çıkışları kapatıp çalışanların tamamının ölümüne sebep olduğunu öğreniyoruz. Komandoların görevi kızıl kraliçeyi kapatmaktır tam server'a ulaştıkları anda koruma programı devreye girip komandoların yarısından fazlasını katleder (meşhur lazer sahnesi). Ekibin kalanı kızıl kraliçeyi devre dışı bırakır fakat bu bütün kapalı çıkışların açılıp virüsün değişime uğrattığı insanların serbest kalmasına yol açar. Zombiye dönüşen bu gürüh ekibe saldırıp komandolardan birini daha öldürür. Geriye sadece iki komando (bir tanesi Michelle Rodriguez) , Alice, Spence ve Matt kalmıştır. Sağ kalanlar kaçmanın yollarını ararken , aynı zamanda anti virüs'ü aramaktadır. Sonrasında Matt'in aslında şirketin kirli işlerini ortaya çıkarmaya çalışan bir çalışanın kardeşi olduğunu ve Alice ile birlikte çalıştığını öğreniriz ayrıca Alice'in bir takım zombi köpeklerle karşılaşıp insan üstü refleksler göstermesi, deneylerle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Tam anti virüs bulunduğunda Alice ve Spence'in hafızaları yerine gelir , aslında Spence'in şirkete ihanet edip virüs ve anti virüsü çalarak rakip şirketlere satma amacında olduğu ve sızıntıya onun sebep olduğunu öğreniyoruz. Spence kaçmaya çalışırken şirketin başarılı deneylerinden Licker adlı yaratık tarafından öldürülür, kalanlar bu yaratıkla son bir savaşa girer ve sadece Alice ve Matt sağ kalır fakat bir takım koruyucu giysili kişiler tarafından yakalanıp labaratuvara götürülürler sonraki sahneler ise bir sonraki filme hazırlık sahneleridir.
Biraz fazla uzun anlattım ama serinin sonraki filmleri bu kadar uzun olmayacak söz veriyorum. Öncelikle filmin iyi taraflarından bahsedeyim, bir çok kişi filmin oyunun hikayesini takip etmemesinden yakınır fakat ben aslında bunun iyi bir hamle olduğunu düşünüyorum. Oyunun hikayesi fazlasıyla bulunan dökümanlardaki parçaların birleştirilmesine dayanıyor ve karakter sayısı bir elin parmakları kadar, ayrıca çokta uzun ve işlenmesi zor. Anderson oldukça iyi materyalleri kullanıp güzel bir senaryo hazırlamış , oyuncu seçimleride fena sayılmaz ve oyundan karakterlerin kullanılmayıp özgün karakterler kullanılması bir artı olmuş. Milla Jovovich ve Michelle Rodriguez üçlü kadın profilleriyle filmi taşıyan ikili. Efektler ise oldukça iyi, bol sayıda figuranın kullanılıp özgün makyaj efektleri iyi bir görsel şölen oluşturuyor. Zombi köpeklerde fena değil fakat bilgisayar efekti Licker pekte olmamış. Öyle devasa bir yaratık yerine orjinal oyundaki gibi insan boyutlarında ama makyaj efektleriyle yapılmış bir Licker çok daha ürkütücü olabilirdi.
Negatif taraflara gelirsek, öncelikle o kadar karekter eklenmişken sadece üç kişinin yaratıklar tarafından öldürülmesi bir hayal kırıklığı , bir zombi filminde bu kadar az vahşet mi olur, komandoların neredeyse hepsini kızıl kraliçe hakladı tamam o lazer sahnesi güzeldi ama keşke daha fazla kişi yaratıkların kurbanı olsaydı. Bir diğer eksi yön filmde sadece zombilerin olması , diğer yaratıklarsa; zombi köpeklerin bir sahnesi ve Licker. Öncelikle Lickerlar birinci değil ikinci oyunun yaratıklarıydı ve oyunda çok daha korkutucu bir rol üstleniyorlardı , ilk oyundaki bir çok yaratığın yer almaması ise oldukça büyük bir hayal kırıklığı. Örneğin devasa yılan kullanılabilirdi ve bilgisayar efekti olarak daha az sırıtırdı, oyunu kabusa çeviren Hunter adlı yaratıklarsa kesinlikle olmalıydı , sıçrayarak saldırıp oyuncudan fazlasıyla can götüren bu yaratıklar filmdeki korku öğesini dahada arttırırdı. Devasa örümceklerde iyi bir alternatif olabilirdi ve oyundaki zombi köpekbalıklarından kaçış sahnesi filme oldukça iyi bir şekilde uyarlanabilecek bir başka sahneydi. Ama esas unutulan şey ise oyunun son yaratığı olan Tiran(Tyrant) adlı boss karakteriydi (ve hiçbir filmde kullanılmadı) . Virüsün adındaki T bile Tiran'dan geliyor , bu yaratık pratik efektlerle harika bir şekilde kullanılabilirdi onun yerine aşırı gelişmiş ve kötü efektli Licker final savaşının zayıf olmasına sebep oldu.
Sonuca gelirsek bir çok olumsuz eleştiriye rağmen ilk Resident Evil filmi güzel bir film, özellikle başrolde oyundaki gibi güçlü kadın karakterlerin kullanılması artı bir yön. Film skılmadan tekrar tekrar izlenebilir , canavarların azlığına rağmen zombiler yeterince ilgi çekici ve özgün senaryoda aslında oldukça iyi bir başlangıçtı , oyunun fanları bu özgünlüğü dikkate alarak filmi izlerse olumsuzluklar gözlerine daha az batar. Malesef sonraki filmler için aynı şekilde olumlu konuşamayacağım. Bu filmin çekimleri sırasında yönetmen Anderson ve Alice rolündeki Milla Jovovic arasında bir aşk filizlenir ve ne yazık ki bu aşk filmin en büyük düşmanı halini alır. Devamında görüşmek üzere.
Cobra
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)